29 Mart 2010 Pazartesi

Yargı Niye Kazan Kaldırdı ?

Nabi Yağcı
Nabi Yağcı
Yargı niye kazan kaldırdı


Yargı reformunu merkeze koyan anayasa değişikliği paketine karşı yüksek yargı oligarşisi ile birlikte CHP-MHP muhalefetinin oluşturduğu “Hayır”cı ret cephesine İstanbul Barosu da paralı ilân vererek katıldı.
Oysa bakıldığında açıklanan değişiklik taslağı son derece ürkek düzenlenmiş. Yargı reformu amaçlandığı ve yargıda yangın olduğu halde yüksek yargıyı daha çok kızdırmamak istenmiş sanki. AK Parti’nin paketi deniyor fakat örneğin türban sorununu bile pakete koymaktan kaçınmışlar (Koysalardı kim bilir ne kıyamet kopardı). Hatta parti kapatmalarını zorlaştırmak için getirilen yeni düzenlemeyle AK Parti boynunu Meclis’teki muhalefet partilerine teslim etme riskini bile göze almış. Bu haliyle bu taslağı Taraf’ın attığı başlık en iyi açıklıyor: “Evet. Ama yetersiz.”
Bütün bunlara karşın bu ürkek taslağın fırtına koparmasının nedeni ne ola ki?


Dokunmak...
Bu taslak yalnızca dokunuyor. Yalnızca dokunuyor ama neye dokunduğu çok önemli. İlk kez paşalara dokunulduğunda ne olduğunu hatırlayalım. Bu taslak “devlet sistemine” dokunuyor. Merkezci-bürokratik devlet sisteminin kalbine ilk kez dokunuluyor. Yani bizdeki devleti “bizdeki devlet” yapan yüksek yargı oligarşisine, yani HSYK’ya, Anayasa Mahkemesi’ne ve diğerlerine. Bizde HSYK, Yargıtay, Danıştay oligarşik devletin yürütmesi gibidir; Anayasa Mahkemesi ise yasaması gibi. Bir yargı sistemi HSYK’dan başlayarak aşağı doğru emir-komuta düzeninde hiyerarşik bir yapılanma içindeyse orada zaten bir sistem olarak bağımsız, tarafsız yargıdan söz edilemez. Birbirlerini seçiyorlar, atıyorlar. Buna da kast sistemi diyoruz. Ya da korporasyon.
Kast sistemine dokunursanız ne olur?
Ortaçağda yaşanılan olur. Ruhban sınıfın, kilise babalarının ayaklanması olur. Bizde de bu oluyor işte. Devlet sisteminin kalbini oluşturan yere, kast sistemine dokunulunca kısa devre oluyor, ruhban sınıfı yani yüksek bürokrasi ve onun siyasi temsilcileri ve ideolojik propaganda aygıtları harekete geçiyor. “Kozmik odaya giriş yasak hemşerim” diyorlar. Kopan fırtına bu yüzden. O nedenle de cesur bir adım sayılıyor.
Hatırlayın. 2002-2005 arasında AB ile uyum yasaları yapıldı, TBMM’den muhalefetin de desteğiyle çıktı. Bunların arasında yanılmıyorsam üç tane de anayasa değişikliği oldu. Bu değişiklikler muhalefetle “uzlaşma” içinde gerçekleşti de şimdi neden olmuyor?
Yanıtı yukarıda. Çünkü o değişiklikler esas olarak insan hak ve özgürlüklerine ilişkin olanlardı. Olsun ne olacaktı? Uygulamada ipe un sermek kolay. Bizim ülkemizde sistem bireyin değiştirici rolüne zaten imkân tanımıyor. Her kişisel hak ve özgürlüğün yanına bir de istisna konuyor. Bizde istisnalar esastır. Egemenlik hakkı “kayıtsız şartsız milletindir” denir ama “ancak” diyerek hemen istisna konur yani kayıt-şart düşülür; Ancak, “Türk milleti egemenliğini anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” Yetkili organ yani devlet aygıtları. “Bu anayasa değiştirilemez” diyen bir anayasa eliyle millet egemenlik hakkını kullanacak! Şaka gibi.
İşte şimdi ilk kez demokratik hukuk devletini tesis için “devlet sistemine” dokunuluyor, dokunulmak isteniyor. Yeniçeri isyanı bu yüzden.
Şu soruya geliyoruz: Peki, AK Parti çok radikal demokrat bir parti de onun için mi bu dokunmaları yapıyor? Hayır. Kendileri söylüyor zaten. Muhafazakâr demokratız diyorlar. Yani sınırları var. Sınırları olduğunu bu değişiklik taslağı da söylüyor zaten. İkinci soru: Peki o zaman onları bu arı kovanına çomak sokmaya iten ne?
Sorunun yanıtı için Taraf’ta Cemil Ertem’in ekonomi-politik yorumlarını izlemek çok yardımcı olur. Küresel kapitalizm koşullarında bizdeki katı merkezci-bürokratik devlet artık iyiden iyiye arkaik bir devlet durumunda kaldı. O çözülmeden bir adım daha ileri gitmek ya da AB sürecinde, yeni dış politikada yol almak olanaksız. Gelip oraya dayanıldı. Bu yüzden bu katılaşmış sistem tarih önünde çözülmeye mahkûmdur ve çözülecek.
Arkaik devlet çözülüyor ama çok sancılı biçimde. Sancıyı arttıran ise kendini şimdi daha yakıcı biçimde hissettiren etkili bir demokratik muhalefet yokluğu.
Statükocu, otoriter devletçi ret cephesine karşı mücadelenin ilk raundu parlamento içinde verilecek. Bu nedenle parlamento içinde BDP’nin yapıcı muhalefet pozisyonu çok önem kazandı. BDP kendi talepleri yanı sıra parlamento dışı diğer sol ve demokrat güçlerin parlamentodaki sesi, sesimiz olabilir ve bu paketi daha özgürlükçü yönde değiştirebilmek için demokratik muhalefet boşluğunu doldurabilir.
Hâsılı her adımı önemli günlerden geçiyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder